Tiyatro
tarihini incelediğimizde, Antik Yunan'dan
günümüze kadar geçen ikibin beşyüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu görülür. Tragedya tarihi açısından
Bakkhalar oyununun önemi yadsınamaz. Gerek son tragedya oluşu gerekse Dionysos
gibi bir tanrının içinde yer alması gibi pekçok öneme sahip. Tabi ki bununla
beraberrinde bazı soruları da beraberinde getiriyor. Oyunda kadının yeri ve işlevi nedir? Bu oyunu inceleyerek
kadınların o dönemki haklarını ve görevlerini ne kadar anlayabilirz? Bu soruların
cevaplandırılması lazım. Bunun için de öncelikle tragedyayı iyi anlamak için Euripides’i
ve Dionysos’u tanımak gereklidir.
Euripides; Eski Yunan tragedya şairidir. (Salamis İÖ 480 –
Makedonya 406). Euripides, Atina’nın “altın çağ”ında yaşadı. Onların
dönemlerinde Atina demokrasisi oturmaya başlamıştı. Ekonomik ve siyasi ve
askeri açıdan Atina oldukça iyi konumdaydı. Dolayısıyla, Sanat ve edebiyatta
büyük adımlar atıldı. Tiyatroya pekçok yenilik getirmiştir. Koronun işlevini azaltmış,
tanrıların sahneye girme tekniklerini geliştirmiş. Ayrıca prolog ve epilog
kavramlarını da kendisi tiyatroya kazandırmıştır. Euripides, trajedilerinde kişileri yüceltmekten çok,
gerçeğe uygun olarak verir. Bu tartışmaları da doğrudan doğruya seyirciye
yöneltir. Mecazi anlamları sevmez. Oyunlarında Diğer yazarlara kıyasla insanları daha
fazla düşünmeye ve durumlarını sorgulama yoluna itmiştir. Çok tanrılı düzeni de kabul etmemiş. Aiskhylos’u tanrılara olan
tutkunluğundan dolayı alaya almıştır, küçümsemiştir.
Belki de bu yüzdendir ki, Euripides ile gelişimini tamamlayan Antik Yunan
tragedyasında Tanrıların tamamen kısıtlandığı görülmektedir. Bazı kaynaklara göre Euripides’in en çok
karşı çıktığı nokta da kadına verilen
değerdi. Kendi yöntemleriyle yönetim sistemini de eleştiren Euripides, sadece
halk tarafından değil, diğer oyun yazarları tarafından da özellikle de Antik
Yunan çağında komedya döneminde dışlanmış, yöntemleri benimsenmemiştir. Trajedi sanatına katmak
istediği yeeniliklerin halk tarafından benimsenmediği, yalnızca beş kez ödül
kazanmasından da anlaşılıyor.
Bakkhalar oyununda Pentheus’un kadınları büyük bir takıntıyla merak
etmesi gibi, Euripides’in eserlerinde anlatılan kişiler tutkularına her zaman yenik
düşerler. Dönemin en başarılı yazarlarından biri olmasına
karşın değerlere saygısızlık ve eserlerinde kadın karakterlere önem vermiş
olmasına ragmen kadın düşmanlığıyla zaman zaman suçlanmış ve Atina’da yaşadığı
sure boyunca bu suçlamalar ve tepkiler hep devam etmiş. 92 eserinden zamanımıza 17'si ulaştı.
Elde bulunan tragedyaları ve
bilinen oynanış yılları şöyledir:Alkestis (439), Medeia (431), Hippolytos (428’de birinci), Herakleidai (423
öncesi), Andromakhe (423 öncesi) fliketides (422, Yalvaran Kadınlar), Hekabe
(421), Elektra, İon (418), Troades (415, Troyalılar), İphigeneia Tauris’de
(414), Helene (412), Phoinissai (411-409, Fenikeli Kadınlar), Orestes (408),
İphigeneia Aulis’te (406), Bakhai (106, Bakhalar).
Oyunun konusuna değinecek
olursak: Bakkhalar tragedyasında
Dionysos hem tanrı, hem aktördür. Zeus ile kralın kızı
olan Semele’ nin oğlu,
coşku ve şarap tanrısı olan gezgin
Dionysos (Bakkhus, Bakkhos) doğduğu
topraklara geri döner ve geleneklerini insanlara benimsetmeye çalışır. O’nun
gelmesiyle ülkedeki kadınlar da esrik bir şekilde kendilerinden geçmiş ve o
çoşkuyla dağlara kaçmışlardır. Bu kadınlara ise Bakkhalar denir. Fakat ülkenin
kralı aynı zamanda teyzesinin de oğlu olan Pentheus O’nu ve dini törenlerini Kabul
etmez, yalancılıkla suçlar ve yetkilerini de hiçe sayar. Bu durum Dionysos’u
sinirlendirir ve krala bir oyun oynamaya karar verir. Teresias kralı alt etmek için kadınların
gücüne başvurur.
Dionysos,
dinini ve Bakkha kadınlarını küçümseyen Pentheus‟u cezalandıracaktır. Dionysos, Pentheus'u
yavaş yavaş çıldırtır, onu etkisi altına
alarak Kithairon Dağı'na doğru çeker. Bu dağ, Dionysos kültünün kalbi, belki de
Dionysos'un doğduktan sonra bırakıldığı Nysa Dağı'nın ta kendisidir. Onu etkileyerek dağa
Bakkhalar‟ın yanına götürüp, onlara parçalatacak ve koparılmış başını annesinin
kollarında şehre taşıtacaktır. Pentheus’un annesi olan aAgaue, oğlunu bir aslan
yavrusu sanıp öldürür. kafasını kesip kargısının ucuna geçirerek thebai'e
koşar. avını sevinçle sahnedekilere gösterir. babası kadmos'un uyarıcı
sorularıyla bilinci yavaş yavaş açılır, acı gerçeği görür. bu sahne, sadece
eski yunan'ın değil dünya tiyatrosunun doruklarından biridir. Altta
yazan diyalogta da görüldüğü gibi Dionysos ironi yoluyla aslında olacakları
söylemektedir.
DIONYSOS:
Evet gerçekten bu şehirde kendini tehlikeye atan yalnız sensin. Başına
gelecek belalardan kaçınmıyorsun. Gel arkamdan; seni oraya ben götüreceğim;
ama buraya başkası getirecek.
PENTHEUS:
Anam, her halde.
DIONYSOS:
Evet, halkın gözleri önünde.
PENTHEUS:
Haydi gidelim.
DIONYSOS:
Seni taşıyacak kollar...
PENTHEUS:
Gururumu okşuyorsun.
DIONYSOS:
...ananın kolları olacak.
PENTHEUS:
Beni hazlara boğacaksın.
DIONYSOS:
Evet, layık olduğun hazlara boğulacaksın.
Bakkhalar’da koronun rolü Aiskhlylos’un tragedyalarında olduğu
gibi, çok büyüktür. Koro, harekete karışan, vakaları birbirine bağlayan
esaslı bir unsur olarak kullanırlır. Euripides'in son eserlerinden biri olan bu oyunda
koro hem Bakkhalardan meydana gelmekte, hem de bir Bakkha olan Agaue'nin
korkunç dramı canlandırılmaktadır. Bir başka diyalogda da aynı şekilde
Pentheus’un sonuna dair seyirciye ve okuyuculara bilgi vermektedir:
PENTHEUS: Pentheus’um ben, Ekhion ve Ague’nin oğlu.
DİONYSOS: Pentheus ‘’Keder’’ demektir
Alın yazısına pek uyuyor.
Kökeninde, ilkel insanın
doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme
çabaları yatar. Antik Yunan’ın birçok kentinde maskeli korolar tarafından
Şarap Tanrısı Dionysos’u yücelten “keçi şarkıları” okunurdu. Dionysos
şenliklerinde koroya katılanlar, yüzlerine keçi derisinden yapılmış çeşitli
hayvanları temsil eden maskeler takarlardı. Yunanca “keçi şarkısı” anlamına
gelen tragedya, adını bu görenekten almıştır. Ilginç bir durmdur ki
tragedyanın doğuşu Dionysos sayesinde oluşmuşken aynı şekilde sonu da O’nun
oyunuyla olmuştur. Çoğu kaynakta Dionysos tiyatro
sanatının da kurucusu olarak kabul edilmektedir.
Antik
Yunan düşüncesine göre, eğitim sadece soylular ve zenginler içindir. Halkın
eğitimi ise sadece itaat etmelerini sağlayacak kadar olmalıdır ve bu eğitim
ancak korku yoluyla verilebilir. Tragedyaların yapısı da bu amaçla
oluşturulmuştur. Bir kişinin başına gelse bile
temelde tüm topluluğu ilgilendiren genel bir durumu anlatır.Tragedyanın Antik dönemde eğitici yanları da vardı. Hem
dini hem tarihi olayların canlandırılmasıyla halk bir bakıma eğitilmiş
oluyordu. Atina,
tragedyalarla sadece kendi yurttaşlarını değil aynı zamanda diğer kent
devletlerden gelen yurttaşları da eğitmiştir. Tiyatronun
ilk olarak böyle doğmasından dolayı tiyatroların oynandığı yerler uzun süre
halk tarafından tapınaklar kadar kutsal sayılmıştır.
Klasik trajedi Aristoteles
tarafından kuramsallaştırılmıştır. Bu kurama göre olay, zaman ve çevrede birlik
demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. İç içe girmiş karışık olaylar
bulunmaz. Antik Yunan trajedi yazarları konularını ve karakterlerini güncel
toplumdan almadı. Bunun yerine uzun zaman öncenin kahramanlık dönemi
kullanıldı. Antik Yunan tiyatrosunda çoğu oyunda felaketler görülüyor olmasına
ragmen engellenemez. Örneğin Kral Oidipus oyununda kahinler krala çocuğunun
kendisini öldüreceğini ve karısıyla evlenip çocuk yapacağını söyler. Bunun
üzerine kral çocuğu ölüme terk ederek önlem almış olmasına ragmen bu felaketi
engelleyemez. Kehanet olarak izleyiciye
verilen bilgiler karakterlerin gidişatını engellemez. Hatta Anlatılan
kehanetten kaçmalarının sonucu olarak felaketlerden nasiplerini alırlar. Eğer
Oidipus’un babası kehanette söylenenleri dinlemeyip Oidipus’u ölüme terk
etmeseydi. Belki de öz oğlu tarafından yanlışlıkla öldürülmeyecekti.
Ayrıca,
Aristoteles tragedya için en iyi olay örgüsünün acı ve yıkımla sonlanan
olduğunu iddia etmesine rağmen, bir Antik Yunan tragedyası böyle sona ermek
zorunda değildir. Kutsal meseleler birçok biçime girer ve tanrılar
beklentilerin ötesinde pek çok şey getirir. Beklenen meydana gelmez ve
beklenmedik için tanrılar bir yol bulur. Belki de tragedyanın en ayırıcı
niteliği oyuncular ve seyirci arasındaki varsayımsal anlaşmadır. Seyirci
şüphelerini askıya alır ve gönüllü olarak trajik dünyaya girer. Oyuncular ve
koro ise kurgusal olanı sürdürür. Diğer bir değişle, daha sonra göreceğimiz
gibi engelleri yıkmaya dayalı olan komedyanın aksine tragedya dikkati kendi
üstüne çekmez. Tragedyanın en önemli temsilcileri Aiskhylos,
Sopholkes ve Euripidestir. Eserleri mitolojik öğeleri içerse de her vatandaşın
vicdanında duyduğu aklından geçirdiği sorunları dile getirmekten de geri
kalmaz. Oyunların aynı zamanda mitolojik ve sosyolojik açıdan eğitici yönleri
de vardır. Euripides'in İÖ 406'da ölümünden ve Atina'nın İÖ 404'te yenilgisinden sonra
tragedya iyice geriledi ve komedya en popüler tür haline geldi. Trgedya ve
komedyanın o dönemde böyle bir çıış yapmasının sebebi olarak bazı kaynaklar
çelişen değer yargılarını gösteriyor.
Cinsiyet
ayrımcılığı çok eski zamanlara dayanır. Özellikle
de kadının hakları insanlık
tarihi boyunca çeşitli toplumlarda iniş ve çıkışlar yaşamış.Antik
Yunan tiyatrosunda kadının yerinde oldukça tartışmalıdır. Yunan mitolojisine göre başlangıçta kadınlar yoktu,
toplumda sadece erkekler vardı. Aslında mitolojide kadının yaratılması tamamen bir ders verme üzerine
kuruludur. Prometheus’un gizlice ateşi çalıp insanlara
vermesine baş tanrı Zeus çok sinirlenir ve bu topluma bir ceza vermek ister.
Erkeklerden oluşan bu toplumu cezalandırmak için Zeus kadını yaratmaya karar verir.
Bu kadını yaratırken her bir tanrıçadan değişik özellikleri alıp yarattığı
kadına yükler. Zeus’un yarattığı bu ilk kadın Pandora’ dır. Yani ilk
kadın kendisiyle birlikte yanında felaketleri de getirir. Panroda yanında
getirdiği kutuyu açarak felaketleri dışarı salmıştır. kadın cezalandırma aracı olarak
yaratılmıştır. Yani Zeus kadını kötülüklerle birlikte dünyaya göndererek
insanlardan intikam almıştır. Yunan mitolojisinde kadın sonradan yaratılan ikinci
sınıf bir varlık olarak görülür.
Üstelik kadının yaratılış amacı erkeklere bir ölçüde ceza vermekti. Diğer
mitoloji öykülerine de bakacak olursak, ölümlü-ölümsüz arasındaki aşka dayanan
hikâyelerin ezici çoğunluğu, ölümsüz bir tanrı ile ölümlü bir kadın
arasında yaşanır. Bu aşk, bazen zorla sahip olma yoluyla da olsa, meyvesini
mutlaka verir. Bu mitten de anlaşılacağı gibi, kadınlar güvenilmez, zayıf, sinsi,
ikinci sınıf insanlar olarak
değerlendirilirdi.
Kadın anlayışı
eski dönemlerde nesil devam ettirme üzerine yoğunlaşır. soylu olan askin
bir erkegin bi erkege duydugu aşk
oldugunu, kadin erkek arasindaki askin ise adi ve sadece üreme
amacli oldugunu uzun uzun anlatir. Kadınlara açık olmak, sevmek kınanacak bir
durum olarak görülürdü. Antik Yunanda bu durum normal karşılanır. Hatta bazı
kaynaklarda yazılanlara göre de meşrulaştırılmıştır.
Kadın ile erkek arasında çok büyük
mesafe vardı. Kadının, evin dışında örtündüğü sadece üst düzey sınıfladaki
kadınların açık dışarı çıkabildiği bazı kaynaklarda belirtiliyor. Erkek vücudu
sanat eseri gibi muamele görürken ve sanat eserlerinde ve günlük hayatta hatta çoğu zaman teşhir de edilirken kadın
vücudu bu dönemde hep gizlenir.
Kadınlar da erkekler de genelde bol giysiler giyerlerdi. Tunikler renkli
dizaynlara sahip olurdu ve çoğu zaman bir kemerle bağlanırdı. Kadınların görevi çocuklara bakmak, yapılacak
ev işlerinin listesini hazırlamak ve çeşmelerden eve su
taşıyan, yemek pişiren, temizlik
yapan ve çocuklarla oyun oynayan köleleri denetlemekti.
Sokağa çıkmak gibi bir lüksleri ise hiç yoktu. Atina’da evlerde kadınlar
için ayrılmış “Gynaikonitis” olarak adlandırılan caddeyle girişe uzak,
kölelerce korunan ve dış dünya ile bağlantısı bulunmadığı anlaşılan bir bölüm
bulunmaktaydı. Kadınlar evin dışına genellikle yaşlı bir köle olan
“Gynaikonomos” eşliğinde çıkabilirler, dışarı çıktıklarında ise örneğin bir
komşularına misafirliğe gider, çarşıda görünmezlerdi. Hatta Eski bir Yunan atasözü dikkatimi büyük ölçüde çekti. Der ki: “ Sokakta,
caddede bir kadın görürsen kendine sorman gereken bunun kimin ninesi olduğudur,
kimin karısı ya da kızı değil!”.
Bir kadının hata yapması erkeğe gore daha
bağışlanabilir durumdaydı. Çünkü kadınlar hata yapmaya meyilli, güvenilmez,
çoğu zaman kötü karakterli yaratıklar olarak görülürdü. Hatta kadının ruhlu mu ruhsuz mu
olduğu, şeytan olup olmadığı konusu ortaçağ filozoflarının bile tartıştığı
konular arasında yer alıyordu. Erkekler genellikle bir ailenin geçimini
sağlayabilecekleri ekonomik dayanağa sahip olduklarında yani yaklaşık 30
yaşlarında evlenirlerdi. Buna karşın kızların evlenme yaşı daha düşüktü ve
genellikle 16/18 yaşlarında evlendirilirlerdi. Kızların erken yaşta
evlendirilmelerinin nedeni Eski Yunan erkeğinin önem verdiği bekâretin garantisi
idi. Kadına güvensizlik anlaşılacağı üzere çocuk yaştaki insanları da
etkiliyordu. Bu durum da doğal olarak oyunlara yansıyordu.
Euripides’in oyunlarında kadın karakterlere
ağırlık vermesi feminist bir tavır aldığını göstermez. Hatta başka bir açıdan
düşünecek olursak, tam tersi bir durum da ortaya çıkabilir. Bazı açılardan,
kadınları diğer yazarlara nispeten kadın
karakterleri daha zayıf, hata yapan, güvenilmez bir halde yansıtmıştır. Her ne
kadar tartışmaya açık bir durum da olsa, Medea oyununda, Medea’nın intikam
almak için kendi öz çocuklarını öldürmesi bu örneklerden birisidir. Euripides’in
Medea’sı, klasik mite sadık kalır. Bu hikayede
Medea; kocasının sadakatsizliğinden gözü dönen ve dayanılmaz bir intikam almaya
yemin etmiş zeki ve korkunç bir kadındır. Bunun
en büyük örneklerinden birisi de Bakkhalar oyunudur.
Bakkhalar oyununda da gördüğümüz gibi bir anne
olan Ague, kendi oğlunu parçalayıp saraya kendi elleriyle getirmiştir. Dikkatimi
çeken bir nokta var ki, Ague’nun yine kendisine gelmesini, sağlıklı
düşünebilmesini sağlayan kişi ise
Ague’nin babası Kadmos’tur. Bakkhalar oyununda Kadmos, tükenmiş, yaşlanmış,
tacını torununa bırakmış biri olmasına ragmen, Ague kendinden geçmiş bir halde
oğlunun kellesini elinde taşırken,
telkin edici tavrıyla Kadmos sadece kurduğu birkaç cümleyle bu sorunu
halletmiştir. Yani bir kadını kendine getiren, sahne içinde dinginliği sağlayan
yine bir erkektir. Esrik düşünen,
güvenilmez bir kadını, bir erkek kendine getirmiştir. Fakat kendine gelmesi bir
şeyi değiştirmez. Hata yaptığını anladığında artık çok geçtir. Oyunun başından
beri görülmeyen Ague, bir anda oyunun en trajik kahramanı oluvermiştir. Bu
sahne sadece Antik Yunan tiyatrosunda değil belki de dünya tiyatrosunda da
çarpıcı, önemli bir yere sahiptir.
Orta
tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmazdı. İlk
Kadın karakterini oyunlara Frinikos sokmuştur. Bu tiyatro için büyük adımlardan
birisidir. Fakat kadının yeri o kadar aşağılardadır ki tiyatro oyunlarını
kadınları izlemeye bile hakkı yoktur. Hatta öyle ki, Sahnelenen tiyatro
oyunlarını sırasıyla yüksek sınıftan erkekler, orta sınıf ve köleler
izleyebilirken kadınlar esirler kadar bile bu haklardan yararlanamıyordu. Bu
dönemde, kadın karakterleri de erkekler canlandırıyordu. Kadınların oyunlarda rol
alamaması 1660‟lı yıllara kadar maalesef devam etti. İlk kez Shakespeare‟in
Othello‟sunda, Desdemona karakterini bir kadın oynamıştır, Kadınların gündelik yaşamlarında tek söz sahibi oldukları
yer cenazelerdi. Cenazelerde kadınlar ölüleri yakarış ve çığlıklarla
karşılıyorlardı. Hatta lk
çağda, Yunanistan da cenaze başında veya gömülme törenlerinde ağlamayı meslek
edinmiş kadınlar vardı. Bakkhalar oyununu da inceleyecek
olursak, Ague’nin oyunun sonlarına doğru söylediği bir söz vardır:
AGUE: Şimdi sadece oğlumun cenazesini
gömülmeye hazır etmek
Ve yas tutmak,
sonra da gidip ölmek istiyorum
Bu
sözlerle de bu durum daha da netlik kazanıyor.
Eski
toplumlardan günümüze kadar hala devam eden bir görüş: Kadının yegane görevi ve
özelliği anne olmaktır. Toplumda değer görebilmesi için bu görevi tamamlaması gerekir.
Kimi görüşe gore de kadının özgürleşmesini engelleyen en önemli
faktörlerden birisi de anneliktir. Erkek egemenliğine gore kadın vücudu soyun
devamlılığını sağlamak için kullanılmalıdır ve Medea oyununda da olduğu gibi bu
oyunda da bir kadın belki de tek işlevi olduğu varsayılan anneliğini, evlat
sahibi olma durumunu kaybetmiştir. Bu da trajedinin başka bir yüzüdür. Fakat
aynı zamanda kadının önündeki engeli de kaldırmış olabilirler. Bu durum biraz
uyarıcı niteliklidir aslında. Bir bakıma, erkeğe başkaldırı ve isyan
uyarısıdır. Kadın böyle bir şeyi yapmayı göze alabiliyorsa, erkekler için de
tehlike oluşturabilirler. Bir başkaldırı bile ortaya çıkabilir.
SONUÇ: Daha
pekçok açıdan incelenmeye açık olan bir oyun olan Bakhalar, aslında daha çok
bir tanrı ve kral arasında geçse de benim fikrime gore kadınların üstünden
ilerleyen bir oyun. Antik Yunan döneminde kadınların hata yapmaya meyilli,
güvenilmez insanlar olarak görüldüğünden bahsetmiştik. Euripides’e göre kadın
insan soyunun en trajik olan varlığıydı. Bu yüzden de kahramanlarını acı
çeken ve çektiren kadınlar arasından seçiyordu. Bakkhalar oyunu Onların
esrik, vahşi ve cani hallerinin vurgulanmasıyla belki uyarı niteliği bile
taşıyor olabilir. Yazılan son tragedya
olma özelliğinden dolayı bana gore daha da trajik bir yönü var. İlk yazılan
tragedyadan başlayarak oyunları inceleyecek olursak, zaman içerisinde
tragedyaların biçiminde ve konu işlenişinde büyük değişiklikler meydana gelmiş,
tıpkı Bakkhalar oyununda olduğu gibi trajik hatalar, entrika gibi unsurlar
zaman içinde gelişmiş.Kadın erkek ilişkisine bakacak olursak, doğumundan itibaren hayatını biçimlendirecek
her kararda erkek söz sahibidir. Onun, yani kadınların yegâne görevi ise; çocuk
doğurmaktır. Belki de kadının acizliği, kolay yönlendirilebilirliği, hata
yapmaya olan meyilleri en fazla bu oyunda işlendi. Erkek bir tanrının etkisiyle
çocuğunun canına kıyan bir kadın yeterince hem eski antik dönemde hem de
günümüzde yeterince trajik bir durumdur.
Kaynakça:
ERHAT,
A. (2002), Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.
EURİPİDES,
Bakkhalar (Çev: Eyüboğlu S.), Maarif Matbaası, İstanbul, 1944.
GRAVES,
Robert. (2004), Yunan Mitleri, (Çev.)Uğur
Alpur, Say Yayınları, İstanbul.
GRİMAL,
P. (1997), Mitoloji Sözlüğü (Çev: Tamgüç S.), Sosyal Yayınları,
İstanbul.
NİETZSCHE,
F. (1997). Tragedyanın Doğuşu, Çev: İ. Zeki Eyüboğlu,İstanbul, 1997, Say
Yayınları.
ŞAŞMAN
KAYLI, D. (2009) Kadın Bedeni Ve Özgürleşme, İlya Kitabevi, İzmir
ŞENER, S., (1991).
Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
VERNANT,
J.P.; VİDA-NAQUET, P. (2012). Eski Yunan’da Mit ve Tragedya, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul.
Etiketler: edebiyat, mitoloji, tiyatro